KESİN DELİL NİTELİĞİNDE VİCDANİ OLGU : YEMİN DELİLİ
Yemin delili, 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 225. ve devamı
maddelerinde düzenlenmiş olup; taraflardan birinin kendisinden kaynaklanan bir
vakıanın (olgunun) doğru olup olmadığı
hakkında, “namusu, şerefi ve kutsal
saydığı bütün inanç ve değerler üzerine” mahkeme huzurunda beyanda
bulunması olarak tanımlayabileceğimiz bir kesin delildir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, mülga 1086 sayılı
Hukuk Usulu Muhakemeleri Kanunu’ndaki düzenlemesinden epeyce ayrılan yeni düzenleme
-her ne kadar yine de kişinin değer ve inançlarına bağlı olan bir delilin kesin
olarak nitelendirilmesi hususu tartışmaya muhtaç olsa da- yemin delili
açısından birçok farklılık getirmiştir.
Yemin delili, hükme
esas alınacak vakıaları çekişmeli olmaktan çıkarması amacıyla başvurulabilecek
bir delil türüdür. Ancak kesin delil olarak gösterilmesi, kullanımını daha
önemli hale getirmektedir.
Kanunun lafzında ilk
olarak bir kişinin kendisinden kaynaklanan vakıalar hakkında yemin edebileceği
ve yine bir kişinin bir hususu bilmesinin onun kendinden kaynaklanan vakıa
olarak kabul edilebileceği belirtilmiştir. Kanun burada yemin edilebilecek
vakıalar yerine yemine konu olamayan halleri sınırlı sayıda belirtmiş ve yemini
olumsuzluk şartı ile sınırlandırmıştır.
Yemine konu olamayacak
vakıalar, 6100 sayılı HMK’nın 226. maddesinde
“ (1) Aşağıdaki hususlar yemine konu olamaz:
a) Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği vakıalar.
b) Bir işlemin geçerliliği için, kanunen iki tarafın irade
açıklamalarının yeterli görülmediği hâller.
c) Yemin edecek kimsenin namus ve onurunu etkileyecek veya onu ceza
soruşturması ya da kovuşturması ile karşı karşıya bırakacak vakıalar.” olarak sınırlı sayıda
belirtilmiştir.
Bu noktada yemin delilinin
güvenilirliği irdelenecek olursa, kanun lafzının kişinin yemin ile ispatladığının
kabul edileceği vakıaların sınırlamasını olumsuz bir şart ile getirmesi
neticesinde bu sınırsızlığın ihtilaflarda sorun oluşturabileceğini söylemek
gerekir.
Yemin deliline
dayanacak olan taraf, bu talebini açıkça dava yahut cevap dilekçesinde
bildirmelidir. Dilekçelerde dayanılan hukuki delillerin “vs. ikamesi mümkün
sair delil, vb. deliller” gibi ibareler ile belirtilmesi halinde yemin deliline
başvurulmuş sayılmayacağı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu’nun 2015/2
Esas ve 2017/1 Kararı ile hükme bağlanmıştır. Karar gerekçesinde ise HMK’nın
somutlaştırma yükü ve delillerin gösterilmesi kenar başlıklı maddesinde
vakıaların somutlaştırılmasının taraflara yüklenmesi gösterilmiştir. Her ne
kadar karşı oy yazısında “Herşeyden önce, yemin HMK m, 225 te kesin deliller arasında
sayılmıştır. Bununla birlikte, yemin delili, davanın taraflarınca delil olarak
dayanılsa bile hemen ileri sürülmemekte, diğer delillerle ispat edilememesi ve
hakim tarafından da bunun ifade edilmesi ve hatırlatılması halinde delil olarak
dayanılmaktadır. Bu yüzden, tarafların yargılamanın başında, yemin deliliyle
hangi maddi vakıayı ispat edeceklerini söylemeleri gerekmez. Anılan nedenlerle,
HMK 194 ve 318 maddeleri, yemin dışındaki deliller yönünden geçerlidir. Zaten
çoğunluk da, delil listesinde yemin deliline açıkça dayanılmış olmasını yeterli
görmekte, tarafların ayrıca dayanılan yemin deliliyle hangi maddi vakıayı ispat
edeceğini son delil bildirme aşamasında mahkemeye bildirmesi gerektiğini
düşünmemektedir” gerekçesi ile sair
delillerin kapsamına yemin delilinin gireceği ve dilekçelerde dayanılmamış olsa
dahi yargılama safhasında talep edilebileceği yönünde görüş bildirilmişse de,
yemin delilinin mahiyeti gereği açıkça belirtilmediği takdirde yargılama
seyrinde farklılık oluşturacağı ve yargılama safhasında oluşacak manevi
durumlar neticesinde ortaya konulma gayesi güdüleceği göz önüne alınarak deliller
kısmında açıkça belirtilmemiş olması halinde yemin deliline dayanılmadığının
kabulü daha doğru olacaktır.
Öte yandan hakim ancak
dilekçelerde açıkça belirtilmiş olması koşuluyla taraflara yemin deliline
başvurduklarını hatırlatabilecektir. Belirtmek gerekir ki mülga HUMK’nın, kesin
delil niteliğindeki yeminin re’sen teklifini düzenlemesi, taraflarca getirilme
ilkesi ile bağdaşmamaktaydı. Kanaatimizce kişinin şahsi ve vicdani olgularına
güvenerek başvurulan yemin delili, takdiri delillerden üstün ve vakanın ispatı
için yeterlidir. Hal böyle iken, takdiri deliller ile davasını ispat edebilecek
taraf karşısında hakim tarafından re’sen yemin teklif edilebilmesi davanın
seyrini ciddi ölçüde değiştirecek ve hakimin özellikle medeni yargılama
usulündeki takdiri haklarına sınırsızlık getirecektir. Bu bağlamda 6100 sayılı
HMK’da re’sen yemin teklifine yer verilmemesi çok daha uygun olmuştur.
Yemin delilini önemli
kılan bir diğer husus ise yemin edecek kişiye çıkarılacak olan yemin
davetiyesinde, yemine konu hususlar hakkında sorulacak sorular ile geçerli bir
özrü olmaksızın yemin için tayin olunan gün ve saatte mahkemeye bizzat
gelmediği veya gelip de yemini iade etmediği yahut yemin eda etmekten kaçındığı
takdirde, yemin konusu vakıaları ikrar etmiş sayılacağı yazılmasıdır. Nitekim
yemin, başvurulduğu takdirde neticesi taraflar yönünden ağır ve bağlayıcı
olabilecek bir delil türüdür.
Yemin delili hususunda
son olarak söylemek gerekir ki; bizce haklı davasının ispatı için elinde
yeterinde delil bulunmayan tarafa hakkının teslim edilmesi, karşı tarafın
vicdanına ve şahsi temelinin belirsiz olduğu “kutsal inanç ve değerler” üzerine
sarf edeceği kelimelerin sonucuna göre tayin edilmemelidir.
Avukat
Betül HAZAR
Yorumlar
Yorum Gönder